Türkçe müzik yapın, sokaktaki çöpçüye müziğinizi dinletemedikten sonra anlamı yok yaptığınız müziğin! - TURKROCKFM
rock-muzik-makale-serda-oktem
rock-muzik-makale-serda-oktem

Türkçe müzik yapın, sokaktaki çöpçüye müziğinizi dinletemedikten sonra anlamı yok yaptığınız müziğin!

9 min


154
158 shares, 154 points

Turgay  Asan kardeşim geçenlerde bir paylaşımda bulundu, ne müzik yapan var ne dinleyen ne albüm satışı diye. Ben de bu yazının devamı niteliğinde ama öncelini anlatan bir paylaşımda bulunmak istedim.

Serdar Öktem
Serdar Öktem

Beni takip edenler bilir, benim için müzik yazısı şu şurada konser verdi, öbürü nasıl gitar parçaladı, şunun şu albümü çıktı değildir. Müzik toplumsal yaşamla, ülkenin genel durumuyla, siyasetiyle, halkın moraliyle, ekonomik durumuyla doğrudan ilgili dolayısıyla müzik yazısı da bu durumu yansıtan ya da bir besteyi, albümü yine bu açılardan ve ayrıca müzikal anlamda – eğer yazar müziği biliyorsa-  eleştiren konumda olmalı.

Ya da John Lennon, Pink Floyd, Leonard Cohen gibi toplumsal bir çıkışın ya da anlatımın sesi olan müzisyenlerin ne anlattığını topluma anlatmaya çalışarak bir müzik yazısı oluşmalı benim dünyamda. Hayata böyle baktığınızda Turgay’ın serzenişinin yanıtını da ister istemez buluyorsunuz elbette. Şöyle ki; Öncelikle hem kendim hem okuyucu için çok itici bir cümleyle başlamak zorundayım: “Ben demiştim”. Nerede mi? Televizyonda Dönence programlarının belki de her birinde demiştim. Bütün yazılarımda demiştim anlatmaya çalışmıştım, katıldığım panellerde y ada benimle yapılan röportajlarda müzisyen arkadaşlarıma demiştim, “yapmayın, Türkçe müzik yapın, sokaktaki çöpçüye müziğinizi dinletemedikten sonra anlamı yok yaptığınız müziğin yok olursunuz, yapmayın” demiştim ve dinletememiştim.

Ne oldu? Ne oldu 80′ lerin sonunda 90’lar boyunca elde ettiğimiz güzelim rock patlamasına? Demiştim ki rock bir yaşam tarzıdır, doğumdan ölüme böyle yaşar rocker. Ne oldu kimimiz doktor oldu kimimiz mühendis ve ilk bıraktığımız şey müzik oldu. Bunu eleştirerek söylemediğimi anlamışsınızdır, biz dedim, ben de dahilim çünkü. Ben de bas çalmayı bıraktım. Hepimizin nedeni bir, toplumsal koşullar. İşe girmeliydik, düzgün maaş almalı, evlenmeli, çocuk falan yapmalıydık. Peki böyle midir dünyada, Amerika’ da Avrupa’da? Değildir ama orada da müzisyenler aç kalır, birçoğu müziği bırakır mesleklerine döner, bir kısmının başka mesleği yoktur, taviz verirler, türlerini bırakırlar, sadece stüdyoda çalarlar falan tıpkı buradaki gibi. Ama fark şu, orada geriye kalan, müziğe devam edenlerin ve müziğe devam edenlerin içinde de önce kendi ülkesinde sonra dünyada çok büyük satış rakamlarına ulaşıp, sadece telif gelirlerinden bile hayatı boyunca rahat yaşayıp, sadece müzikle uğraşabilme lüksünde olanların sayısı, müzik dünyasını beslemeye yetecek sayıdadır ve ülkesinde ünlü olup dünyada ünlü olamayanların sayısı onların 10 katıdır ve onların 10 katı da belki müziği bırakanlar ya da kenarda kalanlardır.

İşte önemli olan noktalardan biridir sayı. Bizde müzik yapmaya kalkanların sayısıyla, bırakanların sayısı eşit olunca geriye dinlenecek müzik kalmıyor. Gelelim dile. Bence en önemli konu. Bizde müzik yapanların çoğu büyük şehirlerde yaşayan, ortanın üstü sınıflardan gelen ailelerin çocukları- Bir zamanların Objektif’ini hariç tabii ve onun gibi bazı gruplar. Bu çocuklar kolejlerde yetişiyorlar, evet bir miktar İngilizce biliyorlar ve kendi tecrübelerimden çok iyi biliyorum ki, birçoğu Amerika’da müzik yapmak istiyor, bir Metallica olmak.

Anlaşamadığımız nokta şu sanırım, bir Amerikalı çocukluğundan beri Türkçe okusun Amerika’da bize ne kadar Türkçe dilini satabilirse, biz de çocukluğumuzdan beri en yüksek derecede İngilizce okuyalım biz de onlara İngilizceyi o kadar satarız. İngilizce söyleyerek Amerika’da başarılı olabilmek için yukarıda sözünü ettiğim müziği bırakan çocukların hiçbirinin müziği bırakmaması, onların çocuklarının müzik yapması, geçinme derdi olmayan birkaç milyon kişilik bir müzisyen  –Rock’tan söz ediyorum Arabesk falan değil–  güruhu yaratması gerekir önce. Sonra bu güruh yerel tatları evrensel müzikle bir araya getirebilecek bir müzik becerisine sahip olmalıdır. Bakınız Carlos Santana, bakınız Rammstein, bakınız Epica. O zaman göreceğiz ki Türkiye’den önemli gruplar dünya sahnesine adım atabilecektir.  Ama bunun için de önce ülkemizde başarılı olmalıyız ve bizim ülkemizin hedeflediğimiz ülkelerden farklarını çok iyi bilmeli müzisyen gençlerimiz. Kültürel anlamda, dil anlamında.

Kültürümüzü evrensel dille satabilirsek bu mümkün olabilir ama dilleri konusunda son derece bağnaz bir ülke olan Amerika Birleşik Devletleri’nde ne yabancı dilde bir ürün satmak ne de Amerikan aksanı olmayan bir İngilizceyle bir ürün satmak ne de taklit şarkılarla ürün satmak mümkün değildir. Ve kendi çöplüğünde ötmeyen horozun başını kesenler.

Öyleyse ilk yapılacak şey kendi dilinde özgün, kendi kültürüne özgü, ayağını Anadolu’nun kültür zenginliğine basan bir müzik ortaya koymaktır. Lütfen, siz hiç Aziza Mustafa Zadeh’ten uzun ince bir yoldayım dinlediniz mi, Joe Satriani’nin Uzun İnce Bir yoldayım yorumunu dinlediniz mi. Satriani o yoruma ulaşabilmiş ama bizim hiçbir müzisyenimiz buna yakın bile yoruma gidebilmiş değil, öyle değil mi? Allah’ın Kelt müzikçisi Loreena Mc Kenneth bizim müziklerimizi alıp yorumlamadı mı ya Peter Gabriel? Onlar bizi böylesine tanıyorlar ama biz kendimizi tanıyamıyoruz değil mi? Ki bir ülkenin müziği üzerine yorum yapan bir parça ortaya koyacaksanız o ezgileri çok iyi içselleştirmiş olmanız lazım öyle değil mi? Burada dilden müzik bilgisine doğru yöneldiğimizi hissediyorum.

Bizim çocuklarımız müziğe “tab” larla başlıyorlar ve müzik hayatları boyunca tablar çalıyorlar. Sahneye çıktıklarında çok güzel cover çalıyorlar nasıl mı? Tablarla. Peki bu müzisyenlerin çoğuna sol majörde çeken 7’ li dediğimizde ne yaparlar? Lütfen bana kızmayın bayanlar baylar, içinizde ciddi armonik müzik eğitimi olanları tamamen bunun dışında tutuyorum ama bırakınız nota okuyarak müzik çalmayı tabla müzik yaparak beste yapılabilir mi? Yapılırsa piyasada bin yıldır dolaşan Slayer, Motorhead kalıplarıyla kendimizi eğlendiririz anca.

Bakın Batı’da bu iş kilise korolarında başlar, okullarda yetenekli çocuklara gerçekten solfej eğitimi verilir aynı şekilde kilise korolarında da. Bir kiliseye giderseniz lütfen sıraların üstünde bulunan ilahi kitaplarını açıp bakınız, ilahiler notalarıyla birlikte yazılıdır ve insanlar o şekilde ilahileri söylerler, her kafadan bir ses çıkarak değil, korodan söz etmiyorum kilisede ayine giden sıradan insandan söz ediyorum. Her işin temeli çocukluktaki eğitimle gelir. Ve müzik eğitimi cidden çok uzun ve çaba gerektiren bir eğitimdir. Ne önüne gelen beste yapabilir ne de söz yazabilir. O zaman ülkemizdeki genel eğitime bakarsak gençlerimizin büyük kısmının doğru dürüst eğitim bile alamadığı ortamda müzik eğitimini hiç almadığı ortaya çıkar. Bu da bestenin, o müziği yapacak kültür alt yapısının olmamasını açıklar.

Peki diyelim ki çok iyi müzik eğitim almış, kültürel açıdan da çok iyi yetişmiş çocuklarımız var. Tabii önce hangi kültür diyeceğiz burada? Batı kültürü çünkü eğitimini o tür okullarda almazsa çocuk zaten alt yapısı yetersiz demektir. Ama biz Anadolu’da yaşıyoruz, aldığımız Batı kültürü Anadolu’da yapacağımız rock müzikte ne işe yarar? Hiç. O zaman demek ki, kendi toprağımızın kültürünü gençlerimize veren ama bunu Batı kültürünün değerleriyle sarmayan bir eğitim modeli gerekmekte. Var mı? Yok. Peki biz hangi müzikten söz ediyoruz? Eğitimini almadığımız Batı’nın, kültüründen haberimiz olmayan Anadolu’nun, dilinden üstünkörü bir şey bildiğimiz Batı’nın ama sanayii toplumunu aşmış olan Batı’nın müziğinden.

Nerede olabilir o? Batı’ da mı? Evet. Peki ya burada? Üzgünüm ama her gün bir kadına tecavüz edilen, edilmesi yetmeyip parçalanan, yakılan bir ülkenin topraklarında olsa olsa sadece kadına olan büyük aşkından söz eden iki yüzlülerin yarattığı, sahtekar arabesk olur o kadar. Öz önce sanayileşmiş Batı dedik. Ne ilgisi var sanayileşmenin? Rock müziğin iki isyansal kökü var. Öncelikle sanayileşme sonucu köylerden kentlere göçüp oralarda işçi olan insanların bir yandan sınıf atlarken bir yandan bu sistemin acılarıyla karşılaşmalarının çığlığıdır. Batı’da rock müzik yapan çocuklar orta sınıf çocuklarıdır, işçi ya da meslek sahibi ailelerin çocuklarıdır. Ama o orta sınıf bizdeki orta sınıfa benzemiyor elbette.

Demek ki Rock müzik için önce toplumun sanayileşmiş olması gerek, yani fabrikalar olacak, işçiler olacak, o işçiler sendikal mücadele verecekler, sosyal hakları için savaşacaklar ve buradan doğan isyandan Rock müzik doğacak. Bu koşullar ülkemizde var mı? Yok. öyleyse…? İkinci kök ise blues. Blues nereden çıkmıştır, Afrika’dan Amerika’ya zorla götürülen ve köleleşen insanlar gün gelmiş özellikle güneyde pamuk tarlalarından çalışırlarken acılarını, çektikleri azaplarını haykırarak dile getirmeye başlamışlardır çünkü haykırmaktan başka yapacak bir şeyleri yoktur ellerinde. O siyahilerin çaresiz haykırışları blues’u oradan Caz’ı doğurmuş ve elektrikli enstrümanların yaygınlaşmasıyla yeni ritimlerle bütünleşip özellikle ikinci dünya savaşından sonra yaşanan büyük özgürlük ve eşitlik hareketiyle birlikte rock müziği hard rock’u, metal’i, death metal’i, gotik metal’i ortaya çıkarmıştır. Peki bu kökün kaynağı bizde var mı? Evet hem de alasından var. yine demiştim ki bir panelde; “lütfen bozlak ve hicaz’ı araştırın arkadaşlar orada kökleri bulacaksınız” Tabii ki kimse dinlemedi. O zaman bozlaktan söz edelim.

Lütfen internetten bozlak nota dizimi ile 12 bar blues nota dizimini ve hicaz nota dizimlerini bularak karşılaştırın. Bunların aynı olduğunu göreceksiniz. Peki neden? Çünkü bozlak özellikle güney Doğu Anadolu’da pamuk tarlalarında çalışan ırgatların çektikleri acıları ağıtlara aktarmasıyla oluşmuş Anadolu’ya özgü bir müzik türüdür. Bu size bir yerlerden tanıdık geldi mi? Ve ne ilginçtir ki, bozlaklarla blues bütünüyle aynı melodileri birbirlerinden binlerce kilometre uzaktayken bulmuşlardır ama öyküleri aynıdır, hepsi köledir, hiçbirinin geleceği yoktur, hepsi toprak sahibinin, ağanın, aşiretin elinde köledir ve hepsi acısını birebir aynı ezgilerle aynı müziğe aktarmıştır, nota dizimleri aynı olduğu gibi ortaya çıkan besteler de aynıdır. Peki blues bugünün rock müziğini oluştururken söyler misiniz bana bozlak’ı kaçınız dinlediniz? Kaçınız türkü bu, dinlenir mi dediniz? Lütfen söyleyin. Bozlak neden blues düzeyinde değil, neden Neşet Ertaş dinlemiyorsunuz da B.B. King’e ya da Eric Clapton’a bayılıyorsunuz? Bu sorunun cevabını kendinize veriniz lütfen. Çünkü bozlak modernleşmedi, çünkü biz bu ülkeyi Türk Sanat Müziği ve Türk halk Müziği denen kalıplara sıkıştırıp, halk müziğinde beste olmaz, sanat müziğinde sadece ben yaparım, ben şefim Hikmet Şimşek’te şef diyen çetecilerin eline esir etmişiz. Sazın kıçına elektrik bağlayınca oldu sanmışız, tek sesli müziğimizin asla çok seslendirilemeyeceğini söyleyenlere bilgisizliğimizle inanmışız, çok sesli yapanları elimizin tersiyle itmişiz ve sanayileşmemek, eğitilmemek, eğitmemek, evrensele açılmamak için direnmişiz, sadece en iyinin, güzelin biz olduğuna inanarak büyütülmüşüz ve bir bakmışız ki, çoook ama çoook gerilerde kalmışız sadece Batı’nın değil ama dünyadaki her yerin çok gerisinde. 

Evet Turgay kardeşim müzik albümleri satmıyor çünkü kolayı var indiriveriyoruz, başka ülkelerde bu işe büyük hapis cezaları geldiği halde biz telif yasalarını çıkaramamışız çıkarsak uygulayamamışız. Amerikalı bir müzik grubu Avustralya’da verdiği bir konserde çaldığı kendi parçalarına telif ödeyip parayı bir cebinden çıkarıp öbür cebine tekrar alırken, bir barda CD’ den çalınan bir Metallica parçasının telifinin anında telif hizmeti veren meslek kuruluşuna oradan da bestecinin hesabına giderken, biz hırsızlığı değerli kılmış, para ödemeyi enayilik saymışız. Ve müzisyenimiz geçinememiş, yaşayamamış, ortam bulamamış.

Bakın Cem karaca benim iyi arkadaşımdı ve Almanya’ya kaçmak zorunda kalmıştı sonra Türkiye’ye dönmesi sağlandı ama gittiği ortam yok olmuştu artık ülkeden Cem karaca neyle yaşadı biliyor musunuz uzun yıllar? Almanya’da yaptığı albümlerden Almanya’nın ona ödediği telif paralarıyla. Telif ücretinin olmadığı yerde sanatçı yoktur, yaşamaz, yaşayamaz. Ve bizim insanımız her sene yapılan Rumeli Hisarı konserlerine gider orada resmen detone kulağı müzik duymayan, kendine utanmadan onun bunun bestesini çalıp besteci diyenleri alkışlarsa bu ülkede müzik falan satmaz Turgay kardeşim, hiç bekleme.

Kendi kulağımla duydum gözümle gördüm. Sahnede resmen müzik bir yerde şarkıcı eskisinin sesi öbür yerdeyken seyircinin ayakta alkışladığını gördüm. Stüdyoda sesini düzeltmeden şarkı söyleyemeyenler sahnede playback yapıyorsa ve alkış alıyorsa, hayatında enstrümanın teline dokunmamışlar motorun arkasında giderken besteyi yaptım işte o bu beste diyebiliyorsa ve bu sözlere alkış alıyorlarsa yuh yerine, Gypsy Kings’in çok ünlü bestesine bile- ki İsrail ve arap müziklerinden çalıntıları duymazsınız bile, haberiniz de olmaz- albümünde söz yazdırıp beste söz benim diyen reziller bu ülkede alkış alıp parsayı topluyorlarsa, çok yakın arkadaşım Fikret Kızılok’a konserde seyirci sorar bu beste hanginizin diye, sahnedeki müzisyen benim diye atlar ve Fikret Kızılok’un bu kalp seni unutur mu isimli benim de tanıdığım sevgilisine yazdığı şarkıyı HBB’de televizyonundaki programda aynı şarkıda vokal yapan hatun kişi hiç utanmadan bu beste benim diyebiliyorsa –kusura bakma Turgay kardeşim bu ülkede müzik falan yoktur.

Çetin Altan bir zamanlar Sivas’ın köyünde piyano çalındığı zaman bu ülke kalkınmış demektir dediğinde yerden yere vurmuşlardı onu. Bu sözün değeri bugün anlaşılıyor mu acaba? Ki Sivas’ın liselerinde Atatürk döneminde Hasan Ali Yücel döneminde senfoni orkestraları vardı, piyano da çalınıyordu keman da. O yıllardan bu yana neleri kaybettiğimizin, artık bu kadar cinayet, tecavüz, acımasızlık arasında insanlığımızı da toplum olarak kaybettiğimizin farkında mısınız acaba, ne albüm satması?


Like it? Share with your friends!

154
158 shares, 154 points

What's Your Reaction?

Beğenmedim Beğenmedim
0
Beğenmedim
kafam karıştı kafam karıştı
0
kafam karıştı
eğlenceli eğlenceli
0
eğlenceli
Beğendim Beğendim
8
Beğendim
Komik Komik
0
Komik
Şaşırdım Şaşırdım
0
Şaşırdım

One Comment

RoXeD

Rock music radio station